“`html
VAN – Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de TBMM’de DEM Parti milletvekillerine el uzatarak başlattığı girişim, Türkiye siyasetinde yeni bir tartışma ortamı oluşturmaya başladı. Bu hamle, aynı zamanda yeni bir “çözüm süreci” beklentisini de beraberinde getirdi.
Bahçeli’nin bu girişimi, geçmişte çözüm süreci konusundaki sert tutumlarıyla tanınan MHP’nin, bu sefer alternatif bir yaklaşım sergileyip sergilemeyeceği sorusunu gündeme getirdi. Ancak, bu süreçte Türkiye’nin Suriye politikası ve DEM Partili belediyelere atanan kayyımlar gibi meseleler, muhtemel bir diyalog sürecinin önünde engel olabilecek unsurlar arasında yer almaktadır.
Kürdistan Komünist Partisi (KKP) eski Genel Başkanı ve DEM Parti Van Milletvekili Sinan Çiftyürek ile bu durumu; Türkiye’nin Suriye politikası, iç siyaset, kayyım atamaları ve Kürt meselesini konuştuk.
‘ROJAVA’DAKİ GÜNCEL OLAYLAR BURAYI ÇOK CİDDİ ŞEKİLDE ETKİLEYECEKTİR’
Suriye ve Rojava’daki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidarın Suriye politikalarının Türkiye’deki Kürtler üzerindeki etkileri nelerdir?
Türkiye, her zaman Kürt meselesini önce Kürdistan Bölgesel Yönetimi ardından da özerk Rojava üzerinden şekillendirmeye çalıştı. Orada elde edilen her ‘başarı’ iç politikada zafer olarak gösterildi. Son grup toplantısında da Tel Rıfat üzerinden bir zafer anlatımı yapıldı. Rojava’daki her gelişme, burayı önemli ölçüde etkileyecektir. Bunu bir örnekle açıklayayım: Şener Şen’in “Züğürt Ağa” adlı filminde ağa, iflas sonrası domates satarak iş buluyor. Önceleri sessizce ‘domates’ diyerek seslenirken, zamanla daha yüksek sesle konuşmaya başlıyor. Örneğin, Urfa, Antep ve Adıyaman bölgelerinde insanlar yüksek sesle ‘Kürdüz’ demekten çekiniyordu; fakat Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi statü kazanması ve Rojava ile Kobani direnişleri sonrasında bu durum değişti. Bugün Antep’in köylerinde ‘Ben Kürdüm’ diye seslenen insanları duymakta mümkün.
‘TÜRKİYE’DEKİ KÜRDİSTAN HALİHAZIRDA KÜRESEL DENGELER İÇERİSİNDE YER ALMIYOR’
Suriye Kürtleri ve Türkiye Kürtleri arasında ayrı bir siyaset izleniyor. Bu ayrım, gerçekten gerekli mi?
Politiğin farklılaşmasının sebebi, Rojava’nın, Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi küresel bir konumda bulunması. Bu durum, orada kullanılan politik dilin şekillenmesini etkiliyor. Türkiye Kürdistan’ı ise şu an küresel denklemin dışında yer alıyor. Dolayısıyla, burada kullanılan dil ve politika iç dinamiklere bağlı olarak belirleniyor.
‘ROJAVA İLE DUYGUSAL VE KÜLTÜREL BAĞLARIMIZ GÜÇLÜDÜR’
Rojava’daki Kürtler ile Türkiye’deki Kürtler arasında bir duygusal bağ bulunmakta mı? Varsa, bu nasıl bir bağdır?
Kesinlikle var ve oldukça güçlü. Türkiye’deki Kürtlerle Rojava veya Suriye’deki Kürtler arasında mahalleler ve köyler bölünmüş durumda. Örneğin, Nusaybin ile Qamişlo bir zamanlar tek bir ilçe idi. Şimdi bu ilçe ikiye bölündü. Bu durum, Rojava ile olan duygusal ve kültürel bağların önemini artırıyor. Ayrıca, burada konuşulan Kurmancî lehçesi ile Rojava’daki lehçe arasında %90’lık bir benzerlik var. Ancak, Rojava’daki insanlar %95, belki de %100 oranında kendi ana dillerini kullanırken, Türkiye’deki Kürt nüfusun bir kısmı asimile olmuştur. Fakat duygusal ve kültürel bağlarımız devam etmekte.
‘KÜRTLERİN KAZANIMLARI İÇERDE İHLAL EDİLİYOR, DIŞARDA HEDEF ALINIYOR’
Türkiye’deki iç siyaseti ele alalım. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Partililere el uzatması, somut sonuçlar doğurabilir mi?
Öncelikle, bu durumu değerlendirmek için şunu belirtmek önemli: Devlet, Kürt meselesinde ne elde tutabiliyor ne de etkili bir şekilde çözüme kavuşturabiliyor. Cumhurbaşkanının başdanışmanının ‘Kürt sorununu yoktur’ demesi gibi ifadeler, Kürt varlığını yok sayan bir anlayışı yansıtıyor. Bahçeli’nin bu adımı ise devlet açısından önemli bir gelişme. Ancak başka bir lider aynı şeyi yapsa, sonuçları farklı olurdu. Bahçeli’nin milliyetçi duruşu, istisnai bir kabul görüyor. Herkesin elini sıkmak, olması gereken bir durumdur. ‘Birlik olmalıyız’ çağrısı yapılıyor ama bu durum nerede? Bu meseleyi barışçıl bir ortamda çözmek gerekiyor. İçeride kayyım politikası uygulandığı sürece, Kürtlerin kazanımları gasp edilecek, dışarıda ise kazanımlar hedef alınacaktır. Yani söz ve eylem arasında derin bir çelişki var.
‘BU KOŞULLARDA TOPLUMSAL BARIŞ MÜMKÜN DEĞİLDİR’
Kürtlerin kazandığı belediyelere kayyım atanırken, Rojava’ya bir müdahale arzusu var. Bu koşullarda toplumsal barış nasıl sağlanabilir?
Bu durum kesinlikle mümkün değildir. İç siyasette Kürt kazanımlarını hedef alan bir yaklaşım, barışı getirmez. Öcalan’ın serbest bırakılması, Kürt meselesinin çözümü anlamına gelmez. Elbette, Öcalan’ın daha fazla fikir paylaşabilmesi önemli, fakat sadece bu adımla bir çözüm sağlanamaz. Kürtlerin talepleri açıktır. Örneğin, bir ulusun varlığını anayasada tanımak gerekir. Kürtçe, dünyanın en eski dillerinden biri olmasına rağmen, Meclis’te konuşmak istediklerinde sesleri kısıtlanıyor. Bu koşullarda toplumsal barışın sağlanması pek mümkün görünmüyor.
‘CHP İLE DEM PARTİ’Yİ UZAKLAŞTIRMA GİRİŞİMİ VAR’
Toplam 8 belediyeye kayyım atandı. Kayyım atanan isimlerin tamamının Kürt olduğunu görmekteyiz. Yani kayyım uygulamaları sadece Kürt kimliğine mi yönelik?
İki temel amaç söz konusu. Cumhur İttifakı, Kürtlere ‘CHP’den uzaklaşın’ mesajı vermekte. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, anayasa görüşmelerinin meclis aritmetiğine yetmediği bu dönemde, ‘Eğer uzaklaşmazsanız kayyım atarım’ baskısı yapmaktadır. Ayrıca, kayyım atanan belediyeler CHP’li olsa da, başkanların Kürt kimliği ile de bağlantıları var. Yani, iki yönlü bir mesaj verme durumu var: Hem Kürt oldukları için hem de CHP ile DEM Parti’yi uzaklaştırma amacı taşımaktadır.
‘BU SÜREÇ, PARTİ GÖZLÜĞÜYLE DEĞİL, KAPSAMLI OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİ’
Kürtler meşru zeminlerde siyaset yaptıklarında “terörist” damgası yiyor. Bu durumda Kürtlerin ne yapması gerekiyor?
Kürtlerin sivil demokratik siyaseti güçlendirilmelidir. Bu süreçte kayyım uygulamaları yurttaşları siyasetten uzaklaştırmayı hedefliyor. Ancak halk, eleştirerek sandığı boykot etme kararı alabiliyor. Fakat bu, devleti ilgilendirmiyor gibi görünüyor. Eğer halkı siyasetten dışlarsanız, Kürtler için başka sorunlar ortaya çıkabilir. Sandığa gidildiğinde, Edirne’de geçerli olan yasalar burada da geçerli olmalı. Ama orası kabul edilirken, buralardaki sonuçlar göz ardı ediliyor. Bu nedenle, sivil demokratik siyasetin güçlendirilmesi şart. Bu süreç, partisel bir bakış açısıyla değil, daha kapsamlı bir değerlendirme ile ele alınmalıdır. Uluslararası alanda Kürtlerin bir araya gelmesi, eksiksiz bir destek oluşturabilir.’
“`